BirGün gazetesinin Karaman’da Karaman İmam Hatipliler Derneği (KAİMDER) ve Ensar Vakfı’ na ait yurt, öğrenci evi ve kuran kurslarında onlarca çocuğun tecavüze maruz kaldığını haber yapmasıyla başlayan tartışmalar sönümleniyor.
Ama çocuk tecavüzleri sürüyor…
Haksızlık etmeyelim, söz konusu olaya gösterilen kitlesel tepki bu güne kadar olan onlarca, yüzlercesine göre kısmen daha yaygın ve güçlüydü. Kimi izleyen sonuçları da olmadı değil. Hani şu 6 yaşındaki çocukla evlenilebilir diyen suçlunun gittiği illerden kovulmaya başlaması gibi. Ankara’ da, Kızılay’ da ‘örtünmenin faziletleri’ bröşürü dağıtan dincileri, kadınların kovalamaları da eklenebilir. Ensar Vakfı’ na sponsor olan GSM şirketinin boykottan ürkmesi de.
Ama, çocuk tecavüzleri sürüyor…
Bir kavramın altını yazının başında çizmek zorunlu. Çocuklara yönelik cinsel eylem söz konusu olduğunda taciz mi, istismar mı, tecavüz mü nitelemesi/ ayrımı/ tartışması yapmak ne bilimseldir ne de ahlaki. Bir çocuğa yönelik cinsel saldırı, saldırının niteliği ne olursa olsun tamamlanmış tecavüz olarak anlaşılmalıdır. Çocuklara yönelik cinsel eylemlerin tümü tecavüzdür. Çocuğun bedeni bir bütündür ve herhangi bir bölümü bir diğerinden değersiz ya da daha önemli değildir.
Bu ayrım, saldırının cocuğun ‘cinsel organlarına’ yönelik olması ya da olmaması, eylemin derecesi vs gibi değişkenlere göre cezanın şiddetinin değişmesi, erkek egemenliğinin yeniden üretiminden başka bir değer taşımaz. Çünkü, çocuk için anlam taşımayan cinsel organ, bekaret, cinsel ilişki gibi kavramsallaştırmaları kullanır. Bu kavramlar aracılığıyla sadece cinsel organın (bekaretin) korunmuş olup olmamasına göre ceza biçer. Aynı zamanda çocukta ortaya çıkabilecek ruhsal örselenmeyi de önemsiz/önemli, ağır/ hafif gibi derecelendirmeye tabi tutmuş olur. Mahkemelerde saldırının derecesi ile ceza arasında bir bağ kurulur. Saldırgan çocuğun bekaretine zarar vermemişse bu hafifletici sebep (!) sayılır. Mahkemelerin bu yaklaşımı bile aslında çocuğa cinsel olgunlaşmasını tamamlamış bir erişkin gözüyle bakıldığının itirafıdır.
Tartışma ekseninin çarpıtılması
Ensar/KAİMDER tecavüzcüsü üzerinden çocuk tecavüzü tartışmalarında öne çıkan bazı alanlar oldu. Bazıları çocuk tecavüzcülerinin tümünün pedofili hastaları olduklarını savundular, ya da öyle sanılıyor. Pedofili bir ruhsal hastalıktır ama çocuk tecavüzü faillerinin tümünü kapsamaz. Pedofili tanımı gereği ancak çocuk karşısında cinsel uyarılma hissedebilme, diğer ve özellikle erişkinlere karşı cinsel arzu hissedememe hali. Çocuklara cinsel saldırı faillerinin yalnızca küçük bir bölümü pedofili hastaları. Bazı pedofili hastalarının hayat boyu hiç bir saldırı eyleminde bulunmadıkları, bazılarının ise çocuk seks işçileriyle para karşılığı birlikte oldukları biliniyor.
Bir diğeri erkek çocuklara tecavüz edenlerin mutlaka eşcinsel kişiler oldukları yanılgısı. Bu ön yargı/ mit toplumsal sorumluluğu da örttüğü için muktedirlerin en çok kullandıkları yanlış bilgilerden biri. Çocuk tecavüzcülerinin çok büyük bir bölümü işinde gücünde erişkin heteroseksüel erkekler! Failleri pedofili olarak tanımlamak suçu psikiyatrize ederek, hepsinin eşcinsel olduğunu iddia etmek ise yine suçu ‘marjinalleştirerek(!)’ toplumsal sorumluluktan kurtulma iki yüzlülüğünden başka bir anlam taşımıyor.
Bu yolla bir taşla iki kuş vurmak amaçlanır. Hem çocukların korunmasında ihmal ve hatası olan yapısal, bireysel sorunlar gözlerden kaçırılır, hem de toplum denilen o netameli kitleye bakın zaten pedofilikler ve eşcinseller işliyor bu suçu denilmiş olur. Oysa çocuk tecavüzcülerinin cinsel yönelimlerine bakıldığında heteroseksüel ya da eşcinsel olmanın ayırtedici bir özellik olmadığı kolayca görülebilir.
Bu yanılgılardan sıyrılıp kaba gerçeğe bakıldığında çocuk tecavüzcülerinin sıradan, ortalama, erkekler olduğu açığa çıkar. Öğretmen, polis, manav, doktor, asker, imam, siyasetçi diye bütün meslekler sayılabilir. Nitekim haber sitelerinde yapılacak basit bir taramada çok sayıda il, ilçe, köyde aynı çocuğa tecavüz eden, tecavüze maruz kalmış bir çocuk olduğunu duyduklarında sıraya giren, çocuğa para verdiği için işlediği suçu tecavüz olarak görmeyen ‘normal erkeklerin’ ne kadar çok olduklarını görmek mümkün.
Elazığ’ ın Karakoçan ilçesine bağlı bir köyde 2006 yılında 8 yaşındayken tecavüze maruz kalan bir kız çocuğuna, aralarında 70 yaşında olanlar ve çocuğun ağbisi dahil 20 kişi 7 yıl boyunca sistematik olarak tecavüz etmişlerdi. Bu insanlar işinde gücünde, evli barklı çocuklu, hiç biri pedofil ya da eşcinsel olmayan ‘normal erkekler’.
Kısa tarihsel arkaplan
Tıpkı kadına yönelik şiddet meselesinde olduğu gibi çocuk tecavüzlerinde de iktidar yanlıları her iki sorunun insanlık tarihi kadar eski olduğuna gönderme yapıyorlar. Ardından son dönemde aslında bir artış olmadığını, tersine devri iktidarlarında kadınların ve çocukların başlarına geleni saklamak yerine haklarını aramaya daha çok cesaret ettiklerini, bu yüzden de şiddet ve tecavüzün görünürlüğünün arttığını savunmaya kadar gidiyorlar.
Türkiye’ de 2004 yılında cinsel saldırıya maruz kaldığı saptanabilen çocuk sayısı 562 iken 2013 yılında bu sayı yılında 11 095’ e çıkmış. Devletin istatistik kurumu olan TUİK 2014 yılından itibaren bu istatistiği yayınlamamaya baslamış. 2006 yılında 2414 dava açılmışken bu sayı da 2014 yılında 18 104’ e çıkmış. Her 5 zanlıdan biri beraat etmiş ve suçluların yarısı mahkumiyetle sonuçlanan ceza almamış! Bir an için çocuk tecavüzlerinin görünürlüğünün arttığını kabul etsek bile dava sonuçları sistemin bu suça bakışını ele veriyor. Bu sayılara bir de 2013 yılına kadar olan evliliklerin 600 bininin 18 yaş altı kız çocuklarıyla yapıldığını ekleyin. Türkiye’ de her 5 ‘gelin’ den biri çocuk. Bu çocuklara evlilik cüzdanının yasal koruması altında tecavüz ediliyor…
Bu yazıda çocuk tecavüzlerine odaklanıldı. Ancak tarihsel arkaplan dahil çocuk tecavüzleri ile kadına yönelik şiddet arasında dolaysız bir bağlantı var. Bu nedenle bu yazıda önerilen çözümlemeler kadına yönelik şiddet için de geçerli. Çocuklarla cinsel ilişki ve çocuklara tecavüz, insanlık tarihi boyunca hep olmuş. Bütün kültürler ve iktidar sistemleri bir insanın kaç yaşına kadar çocuk olarak kabul edileceğini, kaç yaşından sonra ise erkekler için bir haz nesnesi olarak kabul edileceğine dair düzenlemeler yapmış.
Burada önemli bir ayrım var. Antik Yunan ve Roma döneminden bu yana, Mezopotamya devletleri dahil yönetim sistemleri, çok tanrılı dinler ve üç tek tanrılı din dahil erkek cinsiyetine tanınan haklar neredeyse pek değişmemiş durumda. Erkeklik savaşçılık, güç, oy kullanma yetkisi ve erkek olmayanlarla rıza gözetmeden cinsel ilişki kurma hakkına sahip olmak olarak inşa edilir. Yunan şehir devleti ve Roma döneminde oy kullanma hakkına sahip her erkek, kız ve erkek çocuklarla, tüm erişkin kadınlarla ve köle erkeklerle cinsel ilişki kurma hakkına sahip olarak görülür ve bu hak için rıza gözetmesi beklenmez; isterse yapabilir! Oğlancılık (pederasty) oy kullanma hakkı olan erkekler için olağan bir cinsel etkinlik. Roma, kadınlar(!) için evlenme yaşını 12, erkekler için ise 14 olarak belirlemiş. Evlenme yaşı cinsel ilişkiye girilebilme yaşı olarak kabul edilmiş. Bu durum12 yaşındaki kız çocuklarının cinsel ilişki kurulabilir olarak kabul edildiğini tanıtlar. Roma Katolik Kilisesi de aynı yaş sınırını benimsemiştir. Bizans döneminde de yaş sınırı 12’ dir. Roma, Bizans ve daha sonraki imparatorluklarda, Mezopotamya devletleri, Arap yarım adası, Osmanlı vb hemen tüm yönetimlerde bu yaş sınırı korunmuş. Ancak özellikle yönetici sınıfların komşu devlet ve imparatorluklarla ilişkilerini evlilik, akrabalık aracılığıyla geliştirme amacıyla yaptıkları ‘kadın alışverişlerinde’ bu yaş sınırına uyulmamış.
Yine de bu evliliklerde cinsel ilişki için 12 yaşına kadar beklenmesi kuralı var. Bu kural sıklıkla ihlal edilmiş. Bizans kralı II. Andronicus (1282- 1328), politik birliği güçlendirmek için 5 yaşındaki kızı Simonis’ i 40 yaşındaki Sırp prensi Stehpan Milutin’ le cinselliğin 12 yaşına kadar erteleneceği şartıyla evlendirir. Prens o kadar bekleyemez ve Simonis 8 yaşındayken ona tecavüz eder. Cinsel organı parçalanan, üreme yetisini yitiren ve ‘aklını kaçıran’ kız Bizans’a döner ama babası politik birlik için kızını kocasının yanına geri gönderir. Mezopotamya bölgesinde erkek çocuklarının bıyıkları terleyene kadar erişkin erkeklerin cinsel isteklerine hizmet etmeleri (!) olağan görülür. Ancak bıyıkları terledikten sonra, yani artık erkek olduktan (!) sonra erkeklerle ilişkiye devam ederse eşcinsel (ibne) olarak görülür ve cezalandırılır. Avrupa, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası dışında da kız ve erkek çocuklarının, erişkin erkeklerin cinsel haz nesnesi olarak görülmeleri yaygın. Vietnam’ da ‘basket boys’ olarak tanımlanan ve süpermarketlerden yapılan alış verişleri eve götürmeye yardım eden çocuklar, evde belli bir ücret karşılığı evin erkeğiyle birlikte olurlar. Benzer durum, Filipinler’ de ‘bini boys’ , batı ülkelerinde ‘genç sokak fahişeleri’ olarak görülür. Günümüzde Rusya ve Ukrayna’dan getirilen çocukların Türkiye üzerinden seks işçisi olarak pazarlandıkları biliniyor. Türkiye’ deki Suriye’ li mültecilerin çocuklarının % 4.5’ i evlendirilmiş. Gün geçmiyor ki göçmen kamplarında görevlilerin tecavüzüne uğrayan çocuk haberleri çıkmasın.
Demem o ki ne çocuk pornografisinin tek tüketicisi pedofili hastalarıdır ne de çocuk tecavüzcülerinin hepsi pedofiliktir, çocuklara erkekler tecavüz ediyor değildir…
Asıl tartışma
Bu gün tartışılması gereken mesele ne oldu da Türkiye’ li erkekler, eski erkekliklerine dönmeye başladılar, olmalı. AKP ve şürekasının iddiasının aksine kadınların özgürleşmesi mi destekleniyor, yoksa erkekler bir anlamda, Cumhuriyet döneminde medeni haklar ve laiklik aracılığıyla az da olsa yitirdikleri ‘herkesi cinsel nesne olarak kullanma haklarını’ yeniden mi kazanıyorlar? Tıpkı Yeni Osmanlıcılık abuklamasında olduğu gibi geçmişte kaybedilen cennetin yeniden kazanılması yanılsamasına benzer ve koşut olarak bir ‘yeni erkeklik’ miti mi pompalanıyor?
Yeni ekonomik düzenin indirdiği falluslarının zayıflamasının suçunu Cumhuriyet ve kör topal da olsa yürüyen parlamenter sistem ve laikliğe yüklüyor ve acısını kadınlardan, çocuklardan, LGBT bireylerden mi çıkarıyorlar?
Çocuk pornografisinin, seks işçisi kadın ve çocuk ticaretinin, çocuk tecavüzünün ve kadına yönelik şiddet ve tecavüzün son otuz yıldır giderek arttığı eski doğu bloku ülkelerinin, Güney Doğu Asya, Latin Amerika ve Hindistan gibi ülkelerin ortak bir özellikleri var mı? Nasıl oluyor da birbirinden bu denli farklı tarihsel, kültürel özellikleri olan bu bölgelerde cinsel saldırı suçları hızla artıyor kadınlar, çocuklar ve LGBT bireyler, her türden erkek şiddetinin temel hedefi haline geliyorlar?
Danışmanlığını yaptığım bir psikiyatri uzmanlık tezinde, eşlerini öldüren erkeklerin eğitim ve ekonomik düzeyden bağımsız olarak şiddet ve cinayet için gösterdikleri en önemli neden, kadınlar(ını)n , onların otoritesine boyun eğmemeleriydi. Kocasının istememesine rağmen çalışmak istemek, kocası izin vermediği halde annesinin evine gezmeye gitmek, kocası istemediği halde boşanmak istemek gibi, ortak noktası erkeğin (in) izninin olmadığı istek ve eylemlerde bulunmaya kalkışmak, cinayet nedeniydi. Bu erkekler kadınların ‘çok fazla özgür’ olmalarından yakınıyorlardı. Onların gözünde kadın çalışmamalı, evden yanında kocası yokken dışarı çıkmamalı, kocasının uygun görmediği hiç bir şeyi yapmamalıydı. Evlenene kadar babasının, evlendikten sonra da kocasının sorumluluğu altında ve onun uygun gördüğü şekilde yaşamalıydı. Aksi halde, ‘kötü yola düşmüş’ sayılır ve ‘orta malı’ olmuş olurdu. Ama kadının kötü yola düşmesinden daha önemlisi o kadına erkeğin sahip olamadığı, onu dizginleyemediği anlaşılmış olurdu. Yani erkeğin, erkekliği şüpheli hale gelmiş olurdu! Erkekliğinden şüphe edilenin de çevresi ve toplum nezdinde bir itibarı kalmazdı.
Son 15 yılda kadın istihdamı bu denli azalırken, kadın kamusal hayattan dışlanırken, erken evlilik, kürtaj yasağı, üç çocuk zorlaması, 4+4+4 sistemiyle iş, eğitim ve kamusal alandan uzaklaşması bu denli artmışken, nasıl oluyor da erkekler, kadınların çok özgür olduklarından yakınıyorlar? Yanıt, sorunun içinde var. Kadını kamusal hayatın dışına itmek için gösterilen bunca çaba, var olan özgürlüklerinin bile kadına çok görüldüğünün tanıtı. Daha yakınlarda ‘anne olmayan kadın, yarımdır, çalışacağım diye çocuk yapmayan, anne olmayana ben kadın demem’ diye boşuna demedi adam! Tıpkı, kadın, erkeğe emanet edilmiştir, kadın erkek eşit değildir, hiç kadınla erkek bir olur mu, vecizelerini durduk yerden söylemediği gibi.
Yeni liberal ekonomik düzenin askeri darbeler, savaşlar aracılığıyla yerleştirildiği bölgelerde eşlik edicisi yeni muhafazakarlığın alameti farikası erkek egemenliğinin yükselmesi ve kadının köleleştirilmesi oldu hep. Bu durum Amerika Birleşik Devletleri için de geçerli. Orada da seksenlerden bu yana kadına yönelik şiddet ve tecavüz artıyor, tıpkı çocuk tecavüzü ve çocuk pornografisinin artması gibi. 2000 yılında ABD’ de cinsel şiddete maruz kalan çocuk sayısı 90 000 e yakın olarak bulunmuştu. ABD’ de 2- 17 yaş arası her 12 çocuktan birinin en az bir kez cinsel saldırıya maruz kaldığı gösterilmiş durumda.
Bu ekonomik düzende kadına biçilen rol istihdam alanından çıkarak eve kapanmak ve ucuz iş gücü için kuluçkaya yatmaktan öte değil. Cinsiyet rolünün böyle tanımlanabilmesinin yolu erkeği ve erkekliği yücelten, erkek olmayı güç, denetim ve otorite ile eşleştiren bir anlayışın yerleşmesiyle mümkün.
Peki bu erkek inşa edildiğince güçlü bir figür mü? İşsizliğin bu denli yüksek, emek ücretlerinin bu denli düşük olduğu bir düzende hakikatte sefil bir zafiyet içinde aç kalma korkusuyla yaşayan erkek sürüsü için ‘kodu mu oturtan’, sözünden çıkılması mümkün olmayan, hikmetinden sual edilemeyecek errkeklik hali, bir ideal olmaktan öte anlam taşımıyor. Böylece her tekil erkek o ideal errkekten biri olamadıkça hissettiği çaresizliğin, güçsüzlüğün acısını ancak gücünün yetebildiğinden çıkarıyor; kadın, çocuk, LGBT birey. Sömürü düzeni vahşileştikçe herkes gücünün yettiğini sömürüyor.
Şimdi yeniden artan çocuk tecavüzlerine dönebiliriz. İdealize edilmiş ve Reis’ te sembolize edilen ‘güçlü errkek’ imgesinin yanından bile geçemeyecek olan erkekler, tam da o imgenin saldırganlığıyla eziliyorlar. O gibi olamadıklarını hissettikçe kendilerini O gibi hissedebilecekleri hedeflere yöneliyorlar. Çocuklar, göreli güçsüzlükleri, boyun eğicilikleri, korkmaları ve karşı koyamamalarıyla sürü üyelerinin kendilerini errkek gibi hissetmelerini sağlıyorlar. Erişkin ve özgür iradesiyle hareket eden bir kadın karşısında ezilip, büzülecek, iktidarsızlaşacak erkek, küçük bir çocuk karşısında kendisini muktedirin gücüne kavuşmuş gibi hissediyor.
Sendikasızlaştırılmış çalışma hayatında işsizlik baskısı altında işverenin, taşeronun iki dudağı arasından çıkacak tek bir söz ile aç kalabilecek olmanın hissettirdiği güçsüzlük, yalnızlık, kimsesizlik hissi zordur. Hele bir de hemen yanı başındakinin muktedire yanaştıkça yağmadan pay kaptığına tanık oldukça erkek olarak kalmak daha da zorlaşır. Bu haldeki erkekliğini, ancak kendisinden çok daha güçsüz ve karşı koyamayacak olana yöneleterek erkeklik haline dönüştürebilecektir.
Sömürünün her artışı, sömürülenlerde daha eski sömürü biçimlerine olan özlemi de artırır. Metropolde açlıktan nefesi kokanın köydeki ağanın düzenini özlemesi ve o düzende hiç değilse karnının doyduğunu ve kalacak bir damının olduğunu hayal etmesi anlaşılır bir hal. Kibar adı yeni liberal ekonomik düzen olan vahşi kapitalizmin içinde atomize olmuş, işsizin Osmanlı özlemi de benzerdir. Kadının erkeğin kölesi olduğu, sözünden dışarı çıkmadığı, evlenmeden cinsel ilişki kurmayı aklına bile getirmediği ve adet gördüyse kadın olarak kabul edildiği eski düzenin özlenmesi de farklı değildir. Üç tek tanrılı dinin kadına bakışı bu özlemin meşrulaştırılmasına büyük bir katkı sağlar. Tıpkı içinde bulunulan şartların kader olarak görülmesini sağlaması gibi. Madenciliğin fıtratının grizu patlamasından ölmek olması gibi…
Hangi dinciye sorsanız size kız çocuklarının adet görmeye başladıktan sonra kadın olarak kabul edileceklerini söyler. Yani Roma düzenine atıfta bulunur. Ardından da ekvatora yaklaştıkça kızların adet görme yaşlarının sıcak iklim ve yerçekiminin daha fazla olması nedeniyle küçüldüğü bilimsel (!) gözlemini ekler. Bu anlayışın kadını sadece biyolojiden oluşan bir haz ve doğurganlık nesnesi olarak gördüğünü, adet görmenin biyolojik bir değişim cinsel olgunlaşmanın ise ruhsal ve bilişsel bir gelişim olduğunu açıklamaya kalktığınızda aklına yatmaz bir türlü. Çünkü ruhsal ve bilişsel gelişimini tamamlayan bir kadın özgür iradesiyle eş seçecektir ve bu dincinin girmekten çok korkacağı bir risktir. O biyolojik bir araç olmaktan öte bir değeri olsun istemez kadının. Bir de gözü açılmadan (!) sahiplenilmesi gerektiğine inanır. İslamcı dincilerin kutsal kitaplarında kadının evlilik için aklının başında olması gerektiği yazar. Akıl başında olmak, özgür iradeyi imler. Günümüzde bu olgunlaşmaya 18 yaşında ulaşıldığı biliniyor. Ama dinci bu ‘emri’ pek iplemez. Ona göre kadınlık doğurganlığın başlamasıyla başlar, doğurganlığın da adet görünce başladığına inanır. Bu yüzden adet gördüğünde başını örtmesini dayatır. İçten içe bilir ki, 18 yaşına kadar çocuk olarak kabul ederse, 18 yaşından sonra onu kölesi yapmak pek mümkün olmayacaktır.
Bu etkenler çocuk tecavüzlerinin neden dini kurumlarda, kiliselerde, Kuran kurslarında, karma eğitimin olmadığı okullarda daha yagın olduğunu gösterir. 2011 yılında Birleşik Krallık’ ta dini eğitim verilen kurumların sayısındaki hızlı artış ve bu kurumların denetlenemezliğinin buralarda cocuklara cinsel saldırı riskini artırdığının bildirilmesi de bu yüzden.
Dini kurumlar, denetimsiz kurslar otoritenin sorgulanamadığı, boyun eğişin tanrısallaştırılarak meşrulaştırıldığı, kapalı yapılardır. Bu yapılar zaten güçsüz olan üzerinde gücünü göstermeyi amaçlayan çocuk tecavüzcülerinin sığınakları gibidirler. Dinin bağlayıcı, köleleştirici erkek gücünün dayatılması iktidarın köleleştirici gücünü meşrulaştırır.
Sonuç
Hayatın her alanında kurulan her güç ilişkisi sadece iktidardakilerin gücünü pekiştirmeye yarar. Türkiye’ de, dünyanın geri kalanında olduğu gibi otokratik, totaliter yönetimlerin güçlenmesi ile muhafazakarlık ve dindarlaştırılma birbirini besleyen dinamikler olarak çalışıyor. En tepedekinin despotluğu, gücü yetenin gücü yettiğine zulmettiği bir anlayışı toplumun tümüne bulaştırıyor. Böylece dayak yiyen, cinsel saldırıya, tecavüze maruz kalan her kadın, çocuk, LGBT birey iktidarın tepesindekinin gücünün yeniden üretilmesini sağlıyor. Gücü yetenin kazanacağı, zayıfın ise hakkının olmadığı anlayışı vahşi kapitalizmin hayat anlayışından öte bir değer taşımıyor.
Çocuk, kadın, LGBT bireylerin özgürlük mücadelesi ancak errkek olmak istemeyen erkeklerin özgürlük mücadelesiyle birleştiğinde başarıya ulaşabilir.
Erkekler, errkek olmaktan vazgeçerek, iktidardaki despotun boyunduruğundan kurtulabileceklerini görebildikçe bu düzen değişecek…