Bir zamanlar yüksek dağların arasında sarp vadilerin kıyısında köy kadar küçük bir kasaba varmış. Bu kasabada yaşayan insanlar kimseye minnet etmeden barış içinde yaşarlarmış.  İçlerinden birileri birbirleriyle bir sorun yaşasa derhal kasabanın aydınlık yüzlü bilgeleri bir araya gelerek oluşturdukları meclis aracılığıyla sorunları çözerlermiş. Mecliste yer alanların hepsinin söz hakları eşitmiş, kimsenin ötekisine üstünlüğü yokmuş.

Bu kasabanın ana geçim kaynağı çift çubuk ve hayvancılıkmış. Bundan dolayı kasabadaki zanaatçılık çok ilerlemiş. Her doğan çocuk kız erkek demeden belli bir yaşa gelince eline alet edevat alır meslek öğrenirmiş.

Kasabanın pek çok demirci ustası varmış. Demirci ustalarının içinde aksakallı bilge bir demirci varmış. Bu demircinin de civanmert bir oğlu varmış. Öylesine yakışıklı, öylesine becerikli, öylesine bilge bir gençmiş ki kimse bu delikanlıyı adıyla çağırmaz onu babasının mesleğinden dolayı Demiroğlu, Demircioğlu diye çağırırmış. Bir zaman sonra da artık herkes onun gerçek adının neredeyse unutup Demiroğlu diye çağırmaya başlamış.

Bu kasabanın bulunduğu vadinin üst tarafında küçük bir düzlük varmış. Bu düzlüğün en önemli özelliği ise gün doğumundan gün batımına kadar üstünden güneşin eksik olmamasıymış. Her sabah gün doğduğunda düzlüğün ortasındaki küçük kayaların arasından biri beyaz biri kara iki koç çıkar gün boyu kâh birbirlerini kovalıyorlarmış kâh vuruşup duruyorlarmış. Gün batınca da çıktıkları kayalıkların arasında kaybolup giderlermiş.

Demiroğlu bir gün bu koçların sırrını babasına sormuş. Baba demiş ki bu koçlardan beyaz olanı aydınlığı, bilgeliği, iyiliği; siyah olanı ise karanlığı, kötülüğü temsil eder.  Sonra da demiş ki onlar vuruşurken beyaz koçun sırtına atlayan kişi göğün yedinci katına çıkar bütün kötülükleri ortadan kaldırır. Kara koçun sırtına atlayan ise yerin yedi kat dibine iner oradaki karanlıkta ömrünü geçirir.  Usta Demirci bunları anlatırken oğlunu tembihlemeyi de ihmal etmemiş. Aman oğlum onlardan uzak dur, gidip bulaşma sonra başına ummadık haller gelir demiş.

Demiroğlu’nun içine bir merak kurdu düşmüş ki sormayın gitsin. Kendi kendine ben ne edeyim ne yapayım ki beyaz koçun sırtına atlayayım yeryüzündeki bütün kötülükleri ortadan kaldırayım demiş. Derken sabah gün doğmadan doğruca düzlüğün başına varmış. Güneş ışıkları düzlüğe ulaşır ulaşmaz koçlar meydana çıkmış. Demiroğlu ne yapmışsa bir türlü koçlara yaklaşamamış. Çünkü koçlar adeta uçarak birbirlerini kovalayıp vuruşuyorlarmış. Birinci ve ikinci gün istediğini yapamamış. Üçüncü gün yine gün doğumuyla birlikte varmış düzlüğe koçları takip etmiş. Ölçmüş biçmiş gün batımında beyaz koçun sırtına atlamak için hamle yapınca kara koç atılıp araya girerek Demiroğlu’nu sırtladığı gibi kayalıkta kaybolmuş. Bir göz kırpması kadar kısa zamanda da yerin yedi kat altına inmiş.

Demiroğlu bir süre koçun onu yere bıraktığı yerde kalakalmış. Gözleri karanlığa alıştıktan sonra biraz çevresini incelemiş. Bakmış bir yolun üstünde duruyor. Başlamış yoldan ilerlemeye. Epeyce yürümüş bu yol onu kendi kasabaları gibi küçük bir kasabaya ulaştırmış.  Varmış kasabanın meydanına bakmış ki herkesin yüzü asık, mutsuzluk adeta boyu aşmış. Bir tek insanın dahi yüzü gülmüyor. Gördüklerine anlam verememiş. Bunca insanın içinde hiç mi yüzü gülen biri olmaz diyerek kendisine sorular sormuş.

Dükkânın birinden yükselen örs çekiç seslerini duyar duymaz derhal oraya yönelmiş. Varmış ki babası gibi yaşlı bir adam demiri dövüp duruyor. Selam vermiş, selamı alınmış. Hal hatır derken kendisinin de demirci olduğunu hatta geldiği yerdeki insanların onu Demiroğlu diye çağırdıklarını söylemiş. Eğer dilerse kendisine yardım edebileceğini karşılığında da karnını doyuracak kadar yiyecek ve bu karanlık dünyadan kurtulacak yol göstermesinin yeterli olacağını söylemiş. Yaşlı demirci teklifi kabul etmiş lakin buradan çıkmanın yolunu kimse bilemez bilse bilse kentimizin sahibi bey bilir o da gitmene izin vermez demiş.

Demiroğlu karanlığın nedenini merak edip burası hep böyle karanlık mı diye sormuş.  Demirci önce sürekli soru soran bu yabancı da kim böyle birden ortaya çıkıp sorguya başladı diye merak etmiş. Sonra da için için gülmüş. Bir oğlum vardı o da beye kurban gitti. Karım yok, kızım yok. Kimim kimsem yok neyden korkacağım ki demiş ve başlamış anlatmaya. Aslında bizim de dünyamızı aydınlatan bir ışık vardı. Çok uzaklardan belki de senin anlattığın dünyadan buraya sızan bir ışık kasabamızı aydınlatıyordu. Fakat kasabamızın sahibi olan bey sarayını öyle bir yere yaptı ki o izin vermedikçe biz ışığı göremiyoruz demiş.  Ancak bizden istediklerinin tamamını yerine getirirsek aydınlığın önüne kurduğu duvardaki pencerelerden birkaçını açıp az da olsa ışık görmemize izin veriyor yoksa hep böyle yarı karanlıkta yaşıyoruz.

Demiroğlu sormuş “Peki bey sizden ne istiyor, siz bu karanlıkta ona ne veriyorsunuz?”

Adam demiş ki karnımızı doyurduğumuz bir lokma ekmek dışında tüm kazancımızı alıyor. O öylesine aç gözlü ki dünyayı versen aldım demez, koca öküzü yese doydum demez. Kimseye tek laf ettirmez. Onun dışında hiç birimizin herhangi bir konuda fikrini açıklaması, konuşması ya da bir istekte bulunması yasak. O ne dilerse ne isterse olacak olan da odur.  Ona karşı gelenleri de ya cellâtlarına parçalatıyor ya da buradan da daha karanlık zindanlarda çürütüyor. Benim oğlum da aydınlığın önüne duvar ören beye karşı geldi canından oldu. Bu diyarda artık kimse beyin karşısına çıkmaz karşısına çıkmak söyle dursun sarayının duvarındaki taş eğri dahi diyemez.

Günler geçmiş aydınlık dünyadan gelen Demiroğlu’nu bütün kasaba tanımış. Bir vakit sonra önce beyin adamlarına sonra da beye haber yetiştirmişler. Bey Demiroğlu’nu huzuruna çağırtmış artık kendisinin de diğerleri gibi ona hizmet etmek zorunda olduğunu aksi halde zindana atılacağını karşı gelirse de öldürüleceğini söylemiş.  Demiroğlu çaresizce söylenenleri kabul etmiş gibi yaparak sesini çıkarmadan demircinin dükkânına dönmüş.

O günden sonra gece gündüz demeden bir yandan çekiç sallayıp örs dövmüş öte yandan geldiği aydınlık dünyadaki yaşantıyı insanlara anlatıp durmuş. Günler aylar sonra insanlar aydınlık dünyayı merak etmişler oraya gitmek için yanıp tutuşmaya başlamışlar. Gel gör ki içlerinde büyüttükleri korku o kadar büyükmüş ki kendi içlerinde biriktirdikleri meraktan korkmaya başlamışlar. Yarım ağız da olsa Demiroğlu’na aydınlığa kavuşmak için beyi ve adamlarını nasıl ikna edeceklerini sormaya başlamışlar.

Demiroğlu önce sır tutacaklarına inandığı insanlardan başlayarak bunun ikna ile olmayacağını eğer güçlerini birleştirir ve ortak hareket ederlerse beyden kurtulmanın çok kolay olduğunu söylemiş. Başlamış anlatmaya. Önce kendileri için beyin ve adamlarının elinde bulunan silahlardan daha üstün silahlar kamalar, kılıçlar, gürzler yapmaları gerektiğini söylemiş. Sonra beyin adamları kasabaya inip haraç topladıklarında onları tuzağa düşürüp ellerindeki silahları alarak hepsini zindana atacağız demiş. Biz onları zindana atarken zindanda bulunan adamlarımızı serbest bırakarak silahlandıracağız. Böylece onların sayısı azalırken biz çoğalacağız. Sonra doğruca beyin sarayının kapısına dayanacağız öyle amansız bir kavgaya duracağı ki neye uğradıklarını şaşırsınlar. O duvarları da sarayı da beye zindan edeceğiz. Onu ve adamlarını zindana attıktan sonra önce ışığa kavuşacağız sonra da aydınlık dünyaya ulaşmanın yolunu bulacağız demiş. Korkanlar, vazgeçelim diyenler olmuş. Yaşlı demirci demiş ki ha bu karanlıkta yaşamışız ha ölmüşüz ne fark eder. Gelin bu yola baş koyalım şu karanlık âlemden kurtulalım. Bir süre daha kendi aralarında konuşup durmuşlar sonunda da aydınlık dünyaya çıkma fikri galip gelmiş.

Günler, haftalar, aylarca hazırlık yapmışlar. Öyle bir vakit gelmiş ki yaşlı nineler dahi usta birer kılıç kullanıcısı olmuşlar. Derken bir gün kasabaya inen beyin adamlarını kaşla göz arasında derdest edip zindana tıkmışlar. Zindandaki kendi çocuklarını da yanlarına almışlar. Kendilerinin dahi beklemedikleri bu zafer sonrasında büyük bir özgüvenle sarayın kapısına dayanmışlar. Böyle bir baskını beklemeyen bey ve adamlarını kısa sürede toplayıp zindana doldurup üstlerine de demirden kapıları kilitleyip sonra da zincirlemişler. Derhal ışığın önünü kapatan duvarları yıkmaya başlamışlar. Demiroğlu bir bakmış ki kendisini bu karanlık âleme getiren kara koç beyin kapısında bağlı duruyor. Hemen elindeki kılıçla koçun kellesini vurmuş. Koçun kellesinin vurulması ve duvarın yıkılmasından sonra bir de bakmışlar ki ne baksınlar adeta sonsuza uzanan aydınlık bir yol var önlerinde.  Hemen tüm kasabalı neyi var neyi yok almış yola çıkmış. Ben diyeyim kırk gün siz deyin kırk yıl sonra Demiroğlu’nun içinde kaybolduğu düzlükteki kayalıktan yeryüzüne çıkmışlar.

Derler ki o günden sonra insana haksızlık edenlere, “Demiroğlu’nun gazabına uğrar karanlık zindanlarda çürürsün inşallah” diye beddua edilirmiş.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz