Dergi kolektifimiz, pandemi sürecinde evinde kalamayanların seslerini duyurmak için bir çağrıda bulundu. Fabrikalarda çalışan işçilerden, müzisyenlere, pek çok dostumuz bize ulaştı. Bizler de emekçilerin öykülerini, bazı yazım hatalarını düzeltmek dışında fazla dokunmadan yayınlıyoruz. Sizler de bize öykülerinizi ulaştırmak isterseniz, sanatvehayat2015@gmail.com adresinden bizlere ulaşabilirsiniz. 

Tarih 23.04.2020. Sokakta çocuk sesi yok, sokağa çıkma yasağı var. Yani “neşe dolmuyor insan”. Ben sokaktayım, “yasakları delmek için” değil tabi, işe gitmek zorunda olduğum için. Bunu söylerken adeta felç geçirmiş bir yüz ifadesiyle hafif tebessüm ediyorum. Ürkek bir umutla otobüs denk gelir diye durağa doğru ilerliyorum; baharın güzelliği yaşadıklarımızla tezat oluşturacak şekilde mükemmel görünüyor. Sokakta çok insan yok ama birçok araç geçtiğini gördüm. Kendi kendime; “Bu salgın günlerinde yasağa rağmen, acaba kim bunlar ve nereye gidiyorlar?” diyorum. Bunları düşünürken beklediğim durağa doğru gelen bir kadınla sohbete başlıyoruz. “Otobüs gelecek mi acaba?” diye soruyor kadın. Beklediğimi ve henüz gelmediğini söyledim. “Siz de sağlık çalışanı mısınız?” diye sorduğumda; Carrefour (Market) çalışanı olduğunu öğrendim. “Bir kaç saat için evimden uzakta olan işyerine gitmeye çalışıyorum” dedi. Ölüm kalım savaşında marketin “yaşam için zorunlu faaliyeti” nedir dedim ve kapitalizmin gerçektan barbarlık olduğunu bir kez daha düşündüm. Benim gibi sağlık çalışanları başta olmak üzere, yaşam için zorunlu faaliyetler dışında hiçbir çarkın işlememesi gerekirken hala çalışmaya devam eden tekstil işçileri, inşaat işçileri, tersane işçileri ve çalışmaya mecbur bırakılan nice işçi emekçi geldi aklıma, “yaşam eve sığar” diyenler bir de…

Benim yaşadığım evde (kira) 8 insan ve 2 kedi olunca eve hayatı zaten sığdırdığımızı düşünüp gülmeden edemedim… Eşim de sağlık çalışanı ve her akşam eve geldiğimizde “Acaba bu gün evdekilere bulaştıracak mıyız?” diye düşünerek geçireli tam 42 gün olmuş. Benim Covid-19 testim henüz negatif, fakat kalabalık bir ailede olup pozitif çıkan ve adası, malikanesi, sarayı, villası, çift banyo ve tuvaletli bol odası olan evlere sahip olmayan ve hasta olduğu için (hastaneye yatacak kadar da “kötü” durumda olmayan!!!) izole olması gereken arkadaşların ne zorluklar yaşadığını biliyorum. Bu kaygılarla; polis misafirhanesine yerleştirilip gece yarısı bir anda “pozitif çıkan polisler yerleştirilecek” diye sokakta bırakılan sağlık çalışanlarını da biliyorum. Bütün bunları düşünerek geldim işe ve yine koyulduk filyasyon ekiplerinin malzeme hazırlığına… Hani şu kitaplarda, filmlerde bolca gördüğümüz “uzaylı gibi” kıyafetleri falan…Her gün, bu yaşadıklarımız rüya ya da kurgu olsa diye geçiriyorum içimden. Ama değil. Gerçekliğin ta kendisi. Doğanın içini dışına çıkardığımız vahşi sistemin bunları yaşatacağını hep söylerdik, fakat reel olarak yaşamak bambaşka bir şey. Daha ne kadar sürecek (ortalama bilimsel veriler dışında) bilmiyorum ama zaten adaletsiz ve eşitsiz bir şekilde süren yaşamımıza bir de doğayı talanın sonucu olarak çıkan virüslü günlerde duygularımın iyice uçlaştığını (yorgunluk, kızgınlık, öfke, mutsuzluk…) söyleyebilirim. Sanırım çoğu sağlık çalışanı da benim gibi hissediyor. Sadece iyileşip aramıza geri dönen meslektaşlarımız ve iyileşip evine dönebilen hastalarımız mutlu ve umutlu kılıyor beni. Ve bir de her şeye rağmen, eşitliğin, adaletin, doğaya barbarca müdahalenin bittiği bir düzenin olduğu yeni bir yaşama olan inancım sıcak bir tebessüm oluşturuyor yorgun yüzümde. Doktor Che’nin dediği gibi “Tek bir kişinin hayatı, dünyadaki en zengin insanın mal varlığından milyonlarca kat değerlidir”. Bu vesileyle; hayatını kaybeden tüm sağlık çalışanı arkadaşlarımız ve işçi arkadaşlarımız başta olmak üzere hayatını kaybetmiş tüm insanlarımızı saygıyla anmak ve hapishanelerde büyük risk altında zorla tutulan siyasi tutsakları da selamlamak istiyorum.

Hemşire Y. A.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz