Sevmek Zamanı lirik, Susuz Yaz hem satirik hem lirik, Şeytan’sa olsa olsa maniydi…

1- Öldüğünde “efsane yönetmen” diye anılmıştı, klişe bir ifadeydi ama bu sefer tam yerine rastgelmişti. Efsanevi ürünler koymuştu ortaya. Her efsane gibi ilham verici, her efsane gibi etkileyici, her efsane gibi kesintiliydi. Hayatının kimi durakları (siz “dize” dedim sayın) çok gösterişli, kimileri ise şaşırtıcı derecede vasatın altındaydı. Ancak herkesin “başka bildiği”, herkesin aklında başka bir noktasıyla kaldığı bir isimdi. Efsaneliği bundandı.

2- Her şey, kendi ifadesiyle belirtmek gerekirse, “bir darbe yaparak” başlamıştı. Ustasız bir yönetmendi, asistanlık yapmamıştı, “bir darbe ile” rejisör koltuğuna oturmuştu. Uzun süre sinema eleştirileri kaleme almıştı. Bir süre sonra da senaryolar yazmaya başlamıştı. Ne var ki, bu onu artık tatmin etmiyordu: “Senaryo yazarlığı yapmaktan sıkılmıştım. Senaryolarımı şekillendirmenin sırası geldi diye düşünüyordum. O sırada Atlas Film’e senaryo götürmeye gittim. Rejisörü belirlenmiş bir film vardı. Patrona, ‘Bu filmin rejisörlüğünü bana ver, yoksa ayrılırım, senaryo yazmaktan bıktım!’ demiştim. Ya sevdiğinden ya da ayrılmamı göze alamadığı için kabul etti.” Tabii ilk filmde unutamayacağı acemilikleri de olmuştu. Daha setin ilk gününde hem de… Her şey hazırdı, set kurulmuş, oyuncular yerlerini almış, kadraj ayarlanmıştı. Ve Metin Erksan “Başla…” dedi. Oyuncular hareketleniyordu ancak kameradan ses yoktu. Şaşkınlıkla, “Neden başlamıyorsunuz?” diye sordu. Kameraman hayretle Erksan’a dönüp daha önce film çekip çekmediğini sordu. Çekmediğini öğrenince şunu söyledi: “Önce ‘Kamera’ ya da ‘Motor’ diyeceksiniz, kamera bir tur dönecek, sonra ‘oyun’ diyeceksiniz…” İlk film, ilk set günü, kameranın kayda başlamasını sağlayamamıştı, zira “Motor” demesi gerektiğini bile bilmiyordu. Ancak hızla öğrendi, deneyerek, yanılarak… İşte daha ilk günden acemiliğinin ortaya çıktığı film, “Karanlık Dünya”ydı. Senaryosunu Bedri Rahmi Eyüboğlu yazmıştı, konu Âşık Veysel’in hayatıydı. Ancak film, sansürden kurtulamayacaktı.

3- Henüz 23 yaşında, ilk filmini güçbela tamamlamıştı tamamlamasına ama karşısına sansür mekanizması çıkmıştı. “Karanlık Dünya” sansür kuruluna göre gösterilemezdi, zira filmde “buğday başaklarının boyu kısa çıkmıştı!” Film, “Türkiye topraklarını verimsiz gösteriyordu.” Halbuki “Karanlık Dünya” hem konusu hem yazanı hem de yöneteni itibariyle bu toprakların ne kadar verimli olduğunu ortaya koyuyordu ama anlayan kim! Sansürle mücadelesi ilerleyen yıllarda da sürecekti. Zira mülkiyeti ele alan filmler yapıyordu ki bu devlet için epey rahatsız ediciydi. Yılanların Öcü, Susuz Yaz ve Kuyu, mülkiyetçi düzeni eleştiren konuları nedeniyle sansüre maruz kalacaktı… Bu filmler, yerel çatışmalar üzerine kurulu olsa da evrensel bir gerçekliğe işaret ediyordu, yönetmenini de evrensel başarılara götürüyordu, Susuz Yaz, Berlin’de Büyük Ayı Ödülü’ne layık görülüyordu.

4- Ancak tüm filmleri böyle değildi, popüler işlere de imza atıyordu. Padişahın düzenlediği ve kazananı kızıyla evlendireceği yarışmaya katılan Keloğlan’ın maceralarını anlatan Keloğlan ile Cankız’ı o çekmişti örneğin. Şeytan da onun işiydi (eseri demeye dilim varmadı), üstelik sahip çıktığı bir iş. Esasında ucuz iş yapmamıştı hiç ama ucuza getirdiği olmuştu. Şeytan’ı, Exorcist’ten daha ucuza çektiğini anlatıyordu mesela, büyük bir gururla… Ayrıca… Daha sonra tekrar tekrar çekilecek olan, dizilerde de karşımıza çıkan “Şoför Nebahat”in de rejisör koltuğunda o vardı. Üstelik bu eser Ali Kaptanoğlu’na aitti ve Ali Kaptanoğlu, Attilâ İlhan’dan başkası değildi. Erksan’ın ustaca yaptığı işlerden biri de birlikte çalışacağı insanları doğru seçebilmekti.

5- Hülya Koçyiğit’i Susuz Yaz filmiyle sinemaya kazandıran oydu. (Sevmek Zamanı’ndan önce film çekmiş olsa bile) Sema Özcan’ı da aslında o kazandırmıştı sinemaya, yazık ki sinema kaybetti onu sonradan. Müşfik Kenter’i o keşfetmedi elbette ama tiyatro suya yazılan yazıysa, o suda yüzen en güzel geminin en estetik bayrağını, sinemanın orta yerinde o dalgalandırdı. Bunu yaparken dramatik yapıdan, oyuncu yönetimine kadar Yeni Dalga akımından etkileniyordu ve bu etkileniş, Sevmek Zamanı’nda kendini belli ediyordu.

6- Sevmek Zamanı alameti farikalarındandı. Üzerinde hep konuşulduğu gibi, aslında bir Leyla hikâyesiydi. Bir erkeğin dimağındaki “düşkadın” ile “kadın”ın çatışmasıydı bu, her şey bir düşdünyada gerçekleşiyordu, dahası biz o dünyayı kanlı canlı görüyorduk. Bu siyah beyaz film, Türkiye sinema tarihinin en renkli filmlerinden biri oluyordu… Çünkü Erksan kadraja kendi karakterleri kadar, izleyenin hatıralarında kalan suretleri de yerleştiriyordu bir bir… Filmde aralarda es veriyordu, ama öyle “sıkıntılı” olanla özdeşlik kurdurmak için değil, seyirciye o es’te bir hatıralık zaman vermek için. Erksan aslında o filmde, şairliğe soyunuyordu…

7- Hiç şiir yazmamış bir şairdi. Sevmek Zamanı lirik; Susuz Yaz hem satirik hem lirikti. Şeytan’sa olsa olsa maniydi…

8- “Ne demek “rejisör”? Nereden geliyor “reji”? Rejimantasyon! Reji, tekel, insan, bu demek! Tanrı-kral demek, Tanrı-kral, diktatörlük değil. Sinema kolektif bir iş değildir. Sinema, bir tek kişinin iradesi ve isteği dahilinde yapılan bir sanattır!” diyordu. Aslında her filmi bir “one man show”du. Filmlerinde aslında başrol hep o olurdu, kameranın ardından rol kesen (hem de ne performans) bir rejisördü.

9- Kendisi hangisi filmini beğeniyordu peki? 1983’te verdiği bir röportajda, “Bugüne kadar yaptığım hiçbir filmi beğenmiyorum. Hah, tamam, olmuş diyebildiğim bir film yapamadım henüz” diyordu. Alçakgönüllülüğünden değil tabii, mükemmeliyetçiliğinden: “Tam istediğim filmi yapma ortamını henüz temin edemedim.” Aslında kendi filmleri hakkında konuşmayı pek de sevmiyordu,  “Yaratıcının kendi yaratısı üzerinde konuşması bana ilk baştan beri tezgâhtarlık gibi geliyor” diyen Erksan, sanatının tezgâhtarlığını yapmadı. Tezgâha da düşmedi. İyi bildiği işi, en iyi şekilde yaptı. Kendine sanatçı da demedi hiç, olmadığından değil, “sanatçıyım” diyenleri küçümsediğinden. Haliyle hiç kimseyi kıskanmadı, zira kendine eşdeğer görmedi. O, her işini, daha iyisini yapabileceğini bildiğinden, küçümseyen biriydi. Ama o işi kendisinden daha iyi yapabilecek birinin varlığına da hiç inanmadı. Yarattığı dünyadan memnuniyetsiz bir Tanrı-kraldı!

10- Biz cevap arayalım, Metin Erksan’ın en güzel şiiri hangisi miydi? Ucuza getirdikleri hariç, siz en son hangi filmini izlediyseniz, işte o!